İDARENİN KUSURSUZ SORUMLULUĞU

İDARENİN KUSURSUZ SORUMLULUĞU

İDARENİN KUSURSUZ SORUMLULUĞU

 

Dünyada ve Türkiyedeki son yüz yıldaki gelişmeler neticesinde idare yapmış olduğu işlem ve eylemlerden dolayı vatandaşlarına karşı sorumludur. Bu sorumluluk kusura dayanan sorumluluk ve kusursuz sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Kusursuz sorumlulukta idare hiçbir kusuru olmaksızın sorumlu olmakta ortaya çıkan zararı tazmin etmektedir. Kusursuz sorumluluk birçok Danıştay kararında: “Kusursuz sorumluluk, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanmakta olup; kusur sorumluluğuna oranla ikincil derecede bir sorumluluk türüdür. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür. Bu bağlamda, kamu görevlilerinin görevini yaparken, görevi sebebiyle uğramış olduğu zararların da kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmini gerekmektedir.” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu çerçevede kamu hizmeti görülürken kişiler zarara uğraması gerekir. Bu kamu hizmeti bir devlet hastanesinde tedavi olurken olabileceği gibi ulaştırma işlemleri gibi kamu hizmeti görülürken de olabilmektedir. Bu kamu hizmeti görülürken vatandaşların özel ve olağan dışı zarar ortaya çıkması gerekmektedir. En önemli konu ise nedensellik bağın kurulmasıdır. Nedensellik bağı olmaksızın kusursuz sorumluluk meydana gelmemektedir. Bunun için ortaya çıkan zarar ile idarenin kamu hizmeti arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu şartlar sağlandığından kusursuz sorumluluk ilkesi neticesinde idareden zararın tazmin edilmesi talep edilebilir. 
Kusursuz sorumlulukta bilinmesi gereken bir diğer husus ise idarenin sorumluluğu birincil sorumluluk türüdür. Bu kapsamda idarenin kusursuz sorumluluğu ikinci derecede sorumluluk türüdür. 
Kusursuz sorumluluk neticesinde kusurun olup olmadığı tartışmasına girilmemektedir. Bu kapsamda davacı olan vatandaşın kusuru ispat etmesi gerekmeyip nedensellik bağı olduğu sürece idare tazmin etmesi gerekir.
İdarenin kusursuz sorumluluğunu değerlendirirken idarenin yapmış olduğu eylem neticesinde bir zararın meydana gelmesi gerekir. Bu çerçevede zarar daha meydana gelmeden idareden zararın tazmini istenemez. 
Son olarak bilinmesi gereken husus kişi hukuka aykırı fiil neticesinde zarara uğrarsa bu zarar idare tarafından kusursuz sorumluluk çerçevesinde tazmin edilemez. 
EMSAL DANIŞTAY KARARI
İdarenin kusursuz sorumluluğu hakkında kusursuz sorumluğunun tanımını da içeren emsal Danıştay Kararı aşağıda bulunmaktadır:
DANIŞTAY 10. DAİRE E. 2016/1017 K. 2017/5105 tarihli kararında:
ÖZET : Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Olayda; kamu görevlisi olan, kamu hizmeti yapmak üzere davalı idare tarafından görevlendirilen ve bu görevi yerine getirmek üzere idarenin tahsis ettiği araçla seyahat etmekte iken geçirdiği trafik kazası sebebiyle vazife malulü olarak emekliye ayrılan davacının, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen; yürütülen kamu hizmetinin neden ve etkisiyle meydana gelen ve davalı idarenin yürüttüğü kamu hizmetinin doğrudan sonucu olan özel ve olağan dışı zararının kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazmini gerekmektedir. Bu durumda, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zararın, kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle hesaplanıp tazminine karar verilmesi gerekirken; olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemektedir. Öte yandan, aktif dönemde işleyecek dönem zararı, bilirkişi raporunun düzenlendiği tarihten, davacının yasal emeklilik yaşını tamamladığı/tamamlayacağı tarihi kapsayan bu dönemde, davacının emsalinin almış olduğu görev aylıkları ile bu dönem içerisinde de almaya devam ettiği vazife malüllüğü aylıkları dikkate alınmak suretiyle, işlemiş dönem zararının hesaplanmasındaki yöntemle ( görev aylığı ile vazife malüllüğü aylığı arasındaki fark zarar olarak kabul edilmek suretiyle ) hesaplanmalıdır. İşlemiş dönem zararından farklı olarak, bu dönemdeki zararın hesabında, her iki aylıkta meydana gelen artışlar ile zararın peşin sermaye değerinin dikkate alınması gerekmektedir. Diğer yandan, davacının yaptırmış olduğu hayat vb. özel sigorta hariç, davacının da içinde bulunduğu otomobilin yapmış olduğu trafik kazası sebebiyle otomobilin kasko/zorunlu trafik sigortası kapsamında sigorta şirketince davacıya herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığının araştırılması, ödeme yapılmış ise ödeme miktarının olay sebebiyle sağlanan yarar olduğunun kabul edilmesi ve bu meblağın yeniden düzenlenecek rapor tarihindeki güncel değeri bulunarak hesaplanan maddi zarar tutarından indirilmesi, aktif dönemde davacının süreklilik arz eden gelir getirici bir işte çalışıp çalışmadığı hususunun da araştırılarak, davacının bir geliri var ise, bu gelirin net tutarının da hesaplanan zarardan indirilmesi gerekmektedir. Öte yandan, manevi tazminat açısından davacı hakkında düzenlenen Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Özürlü Sağlık Kurulu Raporu ile bu raporla belirlenen davacının tüm vücut fonksiyon kaybının %88 oranında olduğu hususu da dikkate alınarak manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat yönünden davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, tarafların Dairemizin 16/04/2015 tarih ve E:2013/5292, K2015/1907 Sayılı kararının düzeltilmesine yönelik istemleri incelendi, gereği görüşüldü:
KARAR : 1- ) Davalı idarenin, Dairemizin 16/04/2015 tarih ve E:2013/5292, K:2015/1907 Sayılı kararının düzeltilmesi istemi:
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesinde "Danıştay Dava Daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca kararın düzeltilmesi istenebilir." hükmüne yer verilmiştir. Anılan maddede karar düzeltme dilekçesi tebliğ olunan karşı tarafa cevap verme süresi içinde karşılık karar düzeltme talebinde bulunma hakkı veren bir hükme yer verilmemiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden, düzeltilmesi istenen Dairemiz kararın davalı idareye 16/12/2015 tarihinde tebliği sonrasında 15 günlük yasal süre geçirilerek, 13/01/2016 tarihinde davalı idare tarafından verilen dilekçeyle yapılan karar düzeltme isteminin süre aşımı sebebiyle incelenme olanağı bulunmamaktadır.
2- ) Davacının, Dairemizin 16/04/2015 tarih ve E:2013/5292, K:2015/1907 Sayılı kararının düzeltilmesi istemi:
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun Geçici 8. maddesi gereği uygulanmasına devam edilen mülga 54. maddesi uyarınca, davacı tarafın karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin 16/04/2015 tarih ve E:2013/5292, K:2015/1907 Sayılı kararı kaldırılarak, davacının temyiz istemi yeniden incelendi.
Dava, davalı idareye bağlı Termik Santraller ve Maden Sahaları Daire Başkanlığında maden mühendisi olarak görev yapmakta iken, davalı idarece tahsis edilen araçla seyahat ederken 29/01/2008 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu malul kaldığını ileri süren davacı tarafından, 1.200.000,00 TL maddi, 300.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.500.000,00 TL tazminatın kaza tarihi olan 29/01/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Ankara 16. İdare Mahkemesince; davacının, görevli olduğu proje sebebiyle taşıma işinin sözleşme ile hizmet sağlayan şirketçe gerçekleştirildiği, idari sözleşme niteliğini taşımayan araç kiralama sözleşmesi uyarınca kiralanan aracın kaza yapması sebebiyle malul kaldığı, dolayısıyla tazminat talebinin bu aşamada "istihdam edenin" ve/veya "araç işletenin" sorumluluğu kapsamında yükleniciye yöneltilebileceği, idarece yürütülen dar anlamda bir kamu hizmeti bulunmadığından, idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan da söz edilemeyeceği göz önüne alındığında, davacının işgücü kaybı sebebiyle uğradığı zarara karşılık maddi ve manevi tazminata hükmedilemeyeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından; anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Olayda, davalı idarenin sorumluluğunun olup olmadığı yönünden yapılan değerlendirme:
Anayasanın 125. maddesinde; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Kusursuz sorumluluk, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanmakta olup; kusur sorumluluğuna oranla ikincil derecede bir sorumluluk türüdür. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür. Bu bağlamda, kamu görevlilerinin görevini yaparken, görevi sebebiyle uğramış olduğu zararların da kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmini gerekmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, davalı idareye bağlı Termik Santraller ve Maden Sahaları Daire Başkanlığında maden mühendisi olarak görev yapmakta iken Afşin- Elbistan İşletme Müdürlüğü'nde Yapım ve Taşınması Devam Eden Yeni Bant Dağıtım Merkezi Projesi Maden Makineleri Rehabilitasyon Etüdü ve Maden Planlaması Projesi kapsamında görev almak üzere 24/01/2008 tarihinde görevlendirildiği, taşıma işinin 14/12/2007 tarihli sözleşme uyarınca ulaştırma hizmetlerini üstlenen ... ortak girişimi adına kiralık olarak hizmet veren ... plakalı araç ile sağlandığı, davacının içinde bulunduğu bu aracın 29/01/2008 tarihinde Elbistan- Çoğulhan Karayolu Doğan Kasabası mevkiinde kaza yaptığı, anılan kaza sırasında davacının yaralandığı ve Malatya Turgut Özal Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edildiği, burada yapılan tıbbi müdahale sonrası özel olarak kiralanan uçak ambulans ile Ankara'da bulunan özel bir hastaneye sevk edildiği, tıbbi tedavisinin burada devam ettiği, ancak davacının Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesince düzenlenen 14/10/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda %88 sürekli tüm vücut fonksiyon kaybına uğradığının belirtildiği, 17/07/2009 tarihinde de vazife malulü olarak emekliye ayrıldığı, bunun üzerine davacı tarafından iş kazası sonrası sürekli işgücü kaybına uğradığı ileri sürülerek 1.200.000,00 TL maddi, 300.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 1.500.000,00 TL tazminatın kaza tarihi olan 29/01/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesince, davalı idare ile ... ortak girişimi arasında özel hukuk hükümlerine göre akdedilen araç kiralama sözleşmesinin, kamu hizmetinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme niteliğini haiz olmadığı, davacının bu sözleşme uyarınca kiralanan aracın kaza yapması sebebiyle malul kaldığı, dolayısıyla tazminat talebinin "istihdam edenin" ve/veya "araç işletenin" sorumluluğu kapsamında yükleniciye yöneltilebileceği, idarece yürütülen dar anlamda bir kamu hizmeti bulunmadığı, dolayısıyla idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan da söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; idare ile yapılan taşıma sözleşmesinin özel hukuk sözleşmesi, bu sözleşme uyarınca idarece kiralanan aracı kullanan ve trafik kazasına neden olan personelin de anılan şirketin elemanı olmasının, kamu görevlisi iken yaralanan ve vazife malulü aylığı bağlanmak suretiyle emekliye ayrılan davacının uğradığı zararın yürütülen kamu hizmetinin neden ve etkisinden kaynaklandığı sonucunu değiştirmeyeceği, başka bir anlatımla davalı idarece personel taşıma hizmetinin özel bir şirket aracılığı ile yürütülmüş ve zararın bu sırada meydana gelmiş olmasının, idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı açıktır.
Olayda; kamu görevlisi olan, kamu hizmeti yapmak üzere davalı idare tarafından görevlendirilen ve bu görevi yerine getirmek üzere idarenin tahsis ettiği araçla seyahat etmekte iken geçirdiği trafik kazası sebebiyle vazife malulü olarak emekliye ayrılan davacının, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen; yürütülen kamu hizmetinin neden ve etkisiyle meydana gelen ve davalı idarenin yürüttüğü kamu hizmetinin doğrudan sonucu olan özel ve olağan dışı zararının kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazmini gerekmektedir.
Bu durumda, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zararın, kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle hesaplanıp tazminine karar verilmesi gerekirken; olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemektedir.
A- ) Maddi tazminat isteminin reddine dair kısma yönelik davacının temyiz isteminin incelenmesi;
İdare hukuku ilkelerine göre maddi zarar, idari işlem veya eylem sebebiyle kişinin malvarlığında meydana gelen azalma veya elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranılan zarardır. Kamu görevlisi olan davacının meydana gelen kazada malûl olması sebebiyle vazife malullüğü aylığı bağlanmak suretiyle yasal yaş haddinden önce emekli edilmesi sonucunda uğradığı maddi zarar, mahkemece aşağıda belirtilen ilkeler çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle hesaplanmalıdır:
1- )5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun "5434 Sayılı Kanuna dair geçiş hükümleri" başlıklı Geçici 4. maddesi gereğince uygulamasına devam edilen 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 53. maddesinde, en az 10 yıl fiili hizmet süresini tamamlamış iştirakçilere "adi malullük aylığı"; 55. maddesinde, görevin neden ve etkisiyle yaralanan iştirakçilere 53. maddeye göre hesaplanacak adi malüllük aylıklarına, malullük derecelerine göre %15 ila 60 oranında zam yapılmak suretiyle "vazife malullüğü aylığı" bağlanacağı hükmü yer almıştır.
01/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun "Vazife Malûllüğü" başlıklı 47. maddesinde ise, vazife malûllüğü aylığı, vazife malûllerinden itibari hizmet süreleri eklenmek suretiyle bulunacak prim ödeme gün sayısı toplamı 10800 güne kadar olanlara 10800 gün üzerinden, 10800 günden fazla olanlara, toplam prim ödeme gün sayıları üzerinden, en son prime esas kazancı esas alınmak suretiyle 29. maddeye göre hesaplanacak aylıklara, malûllük derecelerine göre %2 ila %30 oranında zam yapılmak suretiyle "vazife malullüğü aylığı" bağlanacağı hükmüne yer verilmiştir.
Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alınmasını ifade eder. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak, kişilerin yaşlılık, hastalık, malûllük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.
Kamu görevlilerine, vazife malûllüğüne sebep olan olaydan dolayı prim ödemek suretiyle kapsamında bulunulan sosyal güvenlik sisteminin doğal sonucu olarak bağlanan vazife malüllüğü aylığının, adi malüllük aylığını aşan, bir başka ifade ile adi malüllük aylığına yapılan zamma dair kısmını, vazife malüllüğüne sebep olan olay sebebiyle sağlanan yarar olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır. Bu zam, kamu görevlileri/hak sahipleri yönünden ifa amacını taşıyan bir ödeme niteliğinde olup, yarar kabul edilip hesaplanan zarardan indirim yapılacak bir kalem değildir. Aksine bir yaklaşım, vazife malûllüğüne sebep olan olaydan dolayı kamu görevlilerine/hak sahiplerine bağlanan vazife malüllüğü aylığının idarenin bir lütfü, kamu görevlileri/hak sahipleri yönünden ise gerçekleşmesi istenilen ve beklenilen bir olay olduğu sonucunu ortaya çıkarır. Bu sonucun hayatın olağan akışına uygun olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Yasa koyucu, görevin neden ve etkisinden dolayı malûl olan kamu görevlilerinin şartları taşımaları halinde bağlanacak adi malüllük aylığına, maluliyet derecelerine göre zam yapmak suretiyle zararlarının bir kısmının karşılanmasını amaçlamıştır. Şayet kamu görevlisi terör eylemleri sebebiyle malul olmuş ise, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 21. maddesinde olduğu gibi görevdeki emsalinin almakta oldukların aylık kadar vazife malüllüğü aylığı bağlanacağı, bu hükme göre ilgililere fazla olarak yapılan ödemelerin ise, faturası karşılığı Sosyal Güvenlik Kurumunca Hazineden tahsil edileceği kurala bağlanmak suretiyle kamu görevlileri ile dul ve yetimlerinin maddi zararlarının tamamının karşılanmasını amaçlamıştır.
Dava konusu olayda, hizmet süresi itibarıyla ( 18 yıl, 3 ay, 9 gün ) adi malüllük aylığı bağlanabilecek olan davacının, görevin neden ve etkisinden dolayı malûl olduğu kabul edilerek Sosyal Güvenlik Kurumunca 15/08/2009 tarihinden itibaren vazife malullüğü aylığı bağlandığı, bu aylığın uğranılan maddi zararı tam olarak karşılamadığı iddiası ile 1.200.000,00 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
Aktif dönemde işlemiş dönem zararı, bilirkişi raporunun düzenlendiği tarih itibarıyla davacının emsali maden mühendisinin almakta olduğu görev aylıklarının aylar itibarıyla dökümünün davalı idareden istenilmesi, rapor tarihi itibariyle davacının almakta olduğu vazife malüllüğü aylıklarının aylar itibarıyla dökümünün Sosyal Güvenlik Kurumundan istenilmesi, gelen cevaplara göre görev aylığı ile vazife malüllüğü aylığı karşılaştırılarak aradaki farkın, davacının aktif dönemde işlemiş zararı olduğu kabul edilmelidir.
Aktif dönemde işleyecek dönem zararı, bilirkişi raporunun düzenlendiği tarihten, davacının yasal emeklilik yaşını tamamladığı/tamamlayacağı tarihi kapsayan bu dönemde, davacının emsalinin almış olduğu görev aylıkları ile bu dönem içerisinde de almaya devam ettiği vazife malüllüğü aylıkları dikkate alınmak suretiyle, işlemiş dönem zararının hesaplanmasındaki yöntemle ( görev aylığı ile vazife malüllüğü aylığı arasındaki fark zarar olarak kabul edilmek suretiyle ) hesaplanmalıdır. İşlemiş dönem zararından farklı olarak, bu dönemdeki zararın hesabında, her iki aylıkta meydana gelen artışlar ile zararın peşin sermaye değerinin dikkate alınması gerekmektedir.
2- ) Davacının yasal emeklilik yaşını tamamladığı tarih ile muhtemel ömrünün sonuna kadar olan pasif dönemdeki zararı ise, bilirkişi raporunun düzenlendiği tarih itibarıyla davacı yasal emekli olma koşullarına sahip olsaydı bağlanabilecek emekli aylığının tutarı Sosyal Güvenlik Kurumuna sorularak gelen cevaba göre, emekli aylığı ile bu dönemde de almaya devam edeceği vazife malüllüğü aylığı arasında aylar itibarıyla oluşan farkın peşin sermaye değeri kadar olmaktadır.
Buna göre, maddi zararın tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 15/10/2012 tarihli bilirkişi raporunun, yukarda aktarılan nitelikte ve mahkeme kararına dayanak alınacak mahiyette görülmediğinden uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için farklı bir bilirkişi tarafından yeniden bilirkişi raporu düzenlemesi gerekmektedir.
Öte yandan, davacının yaptırmış olduğu hayat vb. özel sigorta hariç, davacının da içinde bulunduğu otomobilin yapmış olduğu trafik kazası sebebiyle otomobilin kasko/zorunlu trafik sigortası kapsamında sigorta şirketince davacıya herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığının araştırılması, ödeme yapılmış ise ödeme miktarının olay sebebiyle sağlanan yarar olduğunun kabul edilmesi ve bu meblağın yeniden düzenlenecek rapor tarihindeki güncel değeri bulunarak hesaplanan maddi zarar tutarından indirilmesi, aktif dönemde davacının süreklilik arz eden gelir getirici bir işte çalışıp çalışmadığı hususunun da araştırılarak, davacının bir geliri var ise, bu gelirin net tutarının da hesaplanan zarardan indirilmesi gerekmektedir.
B- ) Manevi tazminat isteminin reddine dair kısma yönelik temyiz isteminin incelenmesi;
Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.
Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay sebebiyle duyulan elem ve ıstırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.
Bu durumda; yukarda belirtilen hususlar ile maddi tazminatın hesaplanmasına dair açıklamaların dikkate alındığı farklı bir bilirkişi tarafından hazırlanan tam ve ayrıntılı bir rapor düzenlenerek, yeniden bir karar verilmesi; manevi tazminat açısından davacı hakkında 16/12/2008 tarihinde düzenlenen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Özürlü Sağlık Kurulu Raporu ile bu raporla belirlenen davacının tüm vücut fonksiyon kaybının %88 oranında olduğu hususu da dikkate alınarak manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat yönünden davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 16. İdare Mahkemesi'nin 13/03/2013 tarih ve E:2010/648, K:2013/382 Sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 28.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

İsmail Yıldırım Hukuk Bürosu olarak Adalar, Ataşehir, Beykoz, Çekmeköy, Kadıköy, Kartal, Maltepe, Pendik, Sancaktepe, Sultanbeyli, Şile, Tuzla, Ümraniye, Üsküdar, Arnavutköy, Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Başakşehir, Bayrampaşa, Beşiktaş, Beylikdüzü, Beyoğlu, Büyükçekmece, Çatalca, Esenler, Esenyurt, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Güngören, Kâğıthane, Küçükçekmece, Sarıyer, Silivri, Sultangazi, Şişli, Zeytinburnu bölgeleri ile Bursa ve Kocaeli şehirlerindeki ayrıca Darıca ile Gebze bölgesindeki müvekkillerimize hizmet vermekteyiz. Daha detaylı bilgi edinmek için Avukat İsmail Yıldırım Hukuk Bürosu iletişim bölümünden iletişime geçebilirsiniz.